DEPREMDE YAŞANAN CAN KAYIPLARININ NEDENİ LAİKLİK’TİR!
Biliyorum,
garip bir başlık. Bir o kadar da saçma. Ancak aslında başlığın herhangi bir
önemi yok. Türkiye’de Laiklik, Türkiye’de Rejim, Seçim Analizi… Aklınıza gelen
her şey başlık olabilir. Burada asıl amaç “Türkiye’de seçmen özgürce seçim
yapamıyor” iddiası ve bu iddianın analizidir. İşin ilginç yanı ise yapacağımız
analiz ile hem bu iddiayı sonuçlandıracağız hem de geçmişte yapılan ve
gelecekte yapılacak seçim sonuçlarını anlamlandıracağız. Olur mu ya! Bir analiz
nasıl olur da hem geçmiş hem de gelecek seçimleri açıklayabilir, her seçimin
kendi dinamikleri ve sosyolojik etkenleri vardır, aynı analizi her seçime
uygulayamayız dediğinizi duyar gibiyiz. Sabırlı olun. Peki, başlık ne alaka?
Onun da cevabı olacak yazımızda…
Yazıya birinci
yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar kısa bir özet ile başlamak istiyorduk. Ancak
bu durum yazının kapasitesini fazlasıyla artıracağından ve biz
değerlendirmemizi kısa tutmak istediğimizden direkt Cumhuriyet’in kuruluşundan
itibaren konuya girmek daha doğru olacak. Zaten başka bir yazımızda ilk
yüzyıldan günümüze kadar yaşananların özetine çeşitli sebeplerle değineceğiz. O
yüzden şimdilik es geçelim.
Soru şu: Çok
partili seçim sistemine geçtiğimiz yıldan bu yana CHP veya sol tandaslı bir
parti neden tek başına iktidar
olamıyor? Yani seçmen neden tercihini hep sağ partilerden yana kullanıyor? (Bu
noktada sağ ve sol kavramlarını açmak gerekiyor. Üstelik Türkiye’de bu
kavramlar yanlış kullanıyor olunca tanımlanması da elzem oluyor. Maalesef bu
konuyu da başka bir yazımıza havale ediyoruz.)
Demokrat
Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi gibi sağ
partiler defalarca tek başına hükümet kurarken Atatürk’ün partisi olan
Cumhuriyet Halk Partisi gizli oy açık sayım sistemli ilk seçimlerden bu yana
neden bir kez bile tek başına iktidar olamadı? Bırakın tek başına iktidar
olmayı 1979’dan bu yana iktidar dahi olamıyor. Sorunun cevabını bir örnek ile
anlatalım. Diyelim ki bir köyde hayvancılık ile geçimini sürdüren bir
köylüsünüz. 1.000 tane koyununuz var. Çobana ihtiyacınız var. Tanımadığınız bir
kişi çobanlığa talip olarak size geliyor. Gelen bu yabancı ile konuştuğunuzda
üç farklı fakülte bitirdiğini, hayvancılıktan ve çobanlıktan anladığını
öğreniyor; giyimi, kuşamı ve konuşması ile tam da aradığınız kişi olduğunu düşünüyorsunuz.
Yani “aydın” bir çoban adayınız var. Pazarlıklar bitiyor ve her konuda
anlaşıyorsunuz. Bu yabancıdan son bir isteğiniz oluyor: Adli sicil kaydı
belgesi istiyorsunuz. O da getirip elinize tutuşturuyor. Bir de ne göresiniz?
Adamın 70 tane hırsızlıktan ve dolandırıcılıktan sicil kaydı var. Hem de tamamı
küçükbaş hayvan hırsızlığı, büyükbaş dolandırıcılığı türünden hırsızlıklar. Ne
yaparsınız? “Evet, sicili temiz değil ama tövbe etmiştir. Tekrar yapmaz” diye
mi düşünürsünüz yoksa “ben bu riski alamam” mı dersiniz. Rasyonel açıdan
bakarsak sizin cevabınız ile CHP’nin iktidar olamamasının cevabı aynı
olacaktır. Aklı başında hiç kimse sicili bozuk birini tercih etmez. Hatta CHP,
örnekteki çobana göre daha da şanssız. Çünkü çoban belki tövbe etmiştir ve bir
daha hırsızlık yapmayabilir. Yani yeni bir şansı hak ediyor olabilir. CHP’de
ise pişmanlık emaresi de yok. Aksine sicilindeki suçları tekrar
işleyebileceğini her fırsatta ya dile getiriyor ya da gösteriyor. Bunun anlamı
bu bakış açısıyla CHP yüz yıl daha iktidar olamayacaktır. Sahi CHP’nin
sicilinde neler var?
CHP her zaman
Atatürk’ün partisi olmakla övünür. Haklı bir övünç. Dahası CHP devletin de partisidir.
Çünkü devlet, rejim olarak tıpkı CHP gibi Atatürk ilke ve inkılapları üzerine
kurulmuştur. Yani CHP hiçbir zaman iktidar olamasa da tüm iktidarlar devleti
CHP’nin kurallarına göre yönetmektedir. Bu açıdan bakınca her seçimde
kaybediyor gibi görünse de CHP hep kazanan parti durumunda oluyor. Ancak bu
kazanma hali günümüzde hem iyice örseleniyor hem de CHP seçmenini tatmin
etmiyor. Zira devlet yönetiminde teorik olarak her ne kadar CHP’nin ideolojisi
etkin olsa da pratikte etkin olamamak gerçek bir meyve yerine yapay bir meyve
yemeye çalışmak gibi oluyor. Haliyle yapay meyve yenilemiyor. O yüzden iktidar
olmak önemli. Ama öncesinde sicilini temizlemeli. Sorumuza dönersek CHP’nin
sicilini bozan konular, Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her
seçim zamanı mitinglerde söylediği gibi CHP dönemlerinde oluşan tüp, yağ,
sigara, yakıt vs. kuyrukları, ekonominin iyi yönetilememesi, halka ve ülkeye
yeterli hizmet edemediği (memleketin hayrına çivi dahi çakmadıkları iddiası)
türünden sosyal mağduriyetler değildir. Elbette bu konular da önemlidir ancak
meselenin asıl düğüm noktası dini konulardır. CHP dine karşı hoşgörülü bir
partidir. Ancak İslam’a karşı sert hatta düşman bir tavır sergilemektedir. Yani
diğer dinlere karşı gösterilen hoşgörünün çeyreği bile İslam’a gösterilmiyor.
Bunun sebebi elbette ki kurucu zihniyettir. Atatürk bu konuda gömleğin ilkdüğmesini yanlış ilikleyince diğer düğmeler de haliyle yanlış iliklendi. Ortaya
da pespaye bir görüntü çıktı. Atatürk’ün bu kritik hatayı yapmasının elbette
haklı veya haksız birçok nedeni var. Ama bu kısım başka bir yazının konusuna
giriyor. Sonuç olarak Cumhuriyet ile birlikte Türk halkına istemediği bir
elbise giydirildi. İslam toplumsal hayatın her alanından çekip alınarak sadece
kul ile Allah arasına sıkıştırıldı. Böyle bir düşüncenin temel dayanağını
İslam’ın ilerlemenin, modernleşmenin önündeki en büyük engel olduğu düşüncesi
oluşturmaktaydı. Bu düşünce İslam ile ilgili her şeyin gericiliği, yobazlığı,
karanlığı, Orta Çağı simgelediği söylemleriyle sürekli desteklendi. Belki
İslam’a direkt ve açıkça saldırı yapılmadı ama “1400 yıl önceki ucube hayat
tarzıyla günümüzde yaşayamayız” diyerek 1400 yıl önce tebliğ edilen İslam’a
üstü kapalı kin ve nefret kusuldu. “Arap’ın adetlerini taklit etmek zorunda
değiliz” derken aslında kast edilen Arap halkı değil bizzat peygamberin
kendisiydi. Yani mesele kurban bayramında hayvan hakları savunuculuğu yapmak
değil İslami bir davranış olan kurban kesmeye savaş açmaktı. Bu ve bunun gibi
İslam’a direk saldırılmasa da özünde İslami olan her uygulamaya çeşitli
söylemlerle savaş açıldı. Hatta bazen üstü kapalı değil açıkça “boş ver hacca
gitmeyi, paranı Araplara kaptırma” diyerek direk saldırılar da eksik olmadı. Bu
saldırılar muhafazakar halkın elbette tepkisini çekti. Ancak belki bu
saldırılardan tüm muhafazakârlar haberdar olmadı. CHP zihniyeti bunun da
önlemini alarak her bir muhafazakârın mutlaka iliklerine kadar hissedeceği
uygulamalardan vazgeçmedi. Kısaca kimi dindar kesimi sosyal medya, yazılı
basın, TV gibi medya üzerinden saldırarak kimi dindar kesimi de başörtüsü
yasağı, Kuran öğreniminin yasaklanması, kat sayı sorunu gibi uygulamalarla
köşeye sıkıştırdı. Yani CHP zihniyetinden nasibi almamış muhafazakâr bir birey
kalmadı. Şimdi bu kesimin CHP’ye oy vermesi mümkün müdür? CHP -teşbihte hata
olmasın- cenneti dahi vaat etse, bu kişilerin kafasına silah dayansa bile oy
tercihi CHP ve ona eklemlenmiş aktörler olmayacaktır.
O zaman gelin
kabaca seçmen profili çıkaralım. Türkiye’de CHP zihniyeti en fazla % 25 seçmen
oranına sahiptir. Kalan % 75 ise sağ seçmen profilini oluşturuyor. Bu %75’lik
oranın %50’si muhafazakâr, %25’i ise milliyetçi seçmen diyebiliriz. Ülke
seçmenini sadece üç profili indirgemek elbette yanlıştır. Ancak inanın
komünist, sosyalist, ulusalcı, laik, Kemalist, seküler vb diğer tüm ideolojiler
son kertede bu üç gruptan birinin altına yazılabilir. Bu iddiamızı 28 Mayıs
2023 CB seçimi ile güçlendirebiliriz. Sonuçta onlarca parti ve ideolojiye
rağmen herkes 2 adaydan birini seçti. Peki, Kürtler hangi grupta? Kürtlerin bir
kısmı %25 bir kısmı da %50 oranlı gruplar içinde yer almaktadır. Bu iddiamız da
yapılan son 20 genel seçimde partilerin aldığı oy oranından rahatlıkta test
edilebilir. “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” sözünde olduğu gibi
muhafazakârlar uğradığı baskıları, işkenceleri atlatır ama bunu yapanları da
asla unutmaz. Nitekim CHP’nin %50 ‘lik bir seçmenden oy alma ihtimali çok
azdır. Bugün de, gelecekte de… Bu demek oluyor ki Ak Parti zihniyetindeki parti
veya partiler %50’lik seçmenin oyunu cepte görebilir. O zaman yapılan
hizmetlerin hiçbir anlamı yok mu? Var. %20’lik seçmen grubu (sol, sağ,
milliyetçi) hükümetlerin icraatına göre seçim yapmaktadır. Zaten özgür seçim
yapan tek kitle de bu gruptur. CHP zihniyetinin büyük bir kısmı muhafazakâr
zihniyetli iktidarın ne yaptığına, nasıl hizmet verdiğine asla bakmaz. Davası
gereği hükümetin icraatlarını beğense dahi oy tercihini değiştirmez. Muhafazakâr
zihniyet seçmeni de aynı şekilde davranmaktadır. Milliyetçi seçmen ise
muhafazakâr zihniyete yakın olmakla birlikte milliyetçi söylem ve eylemlere
bakarak CHP ‘ye oy verebilir. Özgür seçmen grubu olan %20 ‘lik kitleyi %5 CHP,
%6 muhafazakâr, %11 milliyetçi seçmen oylarının oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Tüm
anlatılanları özetleyecek olursak; Türk halkı kendisine 100 yıl önce giydirilen
elbiseden nefret etmektedir. Yani Türkiye’deki başlıca sorun rejimdir. Mevcut
rejimi halkın büyük kısmı istememektedir. CHP de rejimin kurucusu olarak rejimi
koruma ve kollama görevi üstlenmektedir. Bu durumda halkın büyük kısmı CHP’yi
istememektedir denilebilir. Bu sebeple halkın oylarıyla gelen iktidarlar ile
devletin yani rejimin sahibi CHP arasında 100 yıldır bitmek bilmeyen çatışmalar
ve çekişmeler yaşanmaktadır. Seçilen iktidarlar tüm enerjilerini halkı devlete
karşı korumak için harcarken CHP de enerjisini rejimi korumaya harcamıştır. Bu
suni ve kısır çekişme yüzünden ekonomi, bilim, sanayi, teknoloji ve daha pek
çok konuda Türkiye gelişme kaydetmemiş ve yerinde saymıştır. Türkiye’nin bu
döngüyü kırması gerekmektedir. Yani ya rejim halkın istediği gibi şekillenecek
ya da halk rejime göre şekillenecek. Bu da pek mümkün görünmüyor. Daha doğrusu
kısa vadede veya barışçıl yollarla tepe ile tabanın aynılaşması sağlanamayacaktır.
Çözüm yollarını başka bir yazımıza havale ederek bir istisnayı dile getirelim.
Ak Parti dönemine kadar tüm siyaset laiklik – irtica söylemine hapsolmuştu. Bu
durumdan siyasiler memnundu. Ne de olsa icraat yapmaya gerek yoktu. Bir taraf
dini söylemlerle diğer taraf seküler nutuklarla seçmenini konsolide ediyordu.
İlk defa Ak Parti hem söylemini korudu hem de hizmet yapılabileceğini gösterdi.
Böylece her seçimde zafer üstüne zafer kazandı. Ancak kazanılan bu zaferler 1
asırlık rejim sorununu çözmek için yeterli olmadı. Sadece kayadan toz kopardı o
kadar. Sorun o kadar büyük ve ciddi ki Ak Parti’nin icraatları dahi taban ve
tavanı birbirine yaklaştıramadı. Ama Türkiye elbet bir gün ayağına vurulan bu
prangadan kurtulacaktır. Dış güçlerin en korktuğu seçenek de bu kurtuluştur. O
yüzden var güçleriyle Türkiye’nin iç meselelerden kafasını kaldırmaması, teknolojide,
bilimde, sanayide vs. alanlarda ilerlememesi için ellerinden geleni ardına
koymamaktadır. Türkiye, getirilen rejim ve bu rejimi içine sindiremeyen halkın
mücadelesi yüzünden 100 yıldır iç meselesi ile oyalanmakta; hiçbir alanda
gelişme gösterememektedir. Artık halk uyandı. Macun tüpten çıktı. Türk halkı
laiklik – irtica sarmalından kurtulabileceği umudunu hissetti. Türkiye Yüzyılı
başladı.
Tüm yazı
boyunca CHP’nin asla iktidar olamayacağını, bunun ana nedeninin de halk
nezdinde sicilinin bozuk olduğunu ifade ettik. Peki CHP sicilini temizleyebilir
mi? Daha da önemlisi CHP bir gün tek başına iktidar olabilir mi? Zor ama
mümkün. Buyurun bu sorunun cevabını incelemeye geçelim.
CHP’nin
iktidar olamamasının 2 ana nedeni vardır. Birincisi sicilinin bozukluğudur
ikincisi ise halkı tanımaması, anlamamasıdır. Birinci nedenin kanıtlarını
yukarıda özetlemiştik. Şimdi ikinci nedeni inceleyelim. CHP halkı tanımıyor,
anlamıyor iddiasının kanıtlarını özetleyelim.
Halkı küçümsemek: CHP zihniyeti her
fırsatta muhafazakâr seçmeni yobazlıkla, cahillikle, göbeğini kaşıyan, bidon
kafalı, bir torba kömüre, bir paket makarnaya, bir poşet çaya, patatese, soğana
oyunu satan bir seçmen olarak görmektedir. Ama göremedikleri nokta ise şöyle
izah edilebilir. Madem muhafazakâr seçmen oyunu satıyor, önce kaça sattığını
hesap edelim. Bir torba deniyor biz bir ton kömür parası hesaplayalım. Bir ton
kömür 7 bin Türk Lirasıdır. Bir paket makarna deniyor biz bir koli (20 paket)
diyelim. Bir koli makarna 300 Türk Lirasıdır. Bir poşet çay deniliyor biz bir
paket hesaplayalım. Bir paket çay 80 Türk Lirasıdır. Birkaç kilo patates ve
soğan deniliyor biz birer çuval hesaplayalım. Bir çuval patates (50 kg) 1.000
Türk Lirasıdır, bir çuval soğan (25 kg) 500 Türk Lirasıdır. Toplamda 8.880 Türk
Lirası ile muhafazakâr seçmenin oyu satın alınabilir. 14 Mayıs 2023
Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP adayı Kemal Kılıçdaroğlu, emeklilere bayram
ikramiyesi olarak 15.000 Türk Lirası vaat etmişti. Üstelik Ramazan Bayramı
geçmiş olmasına rağmen hem Ramazan hem de Kurban Bayramı için ödeme
yapılacağını söylemişti. Bu durumda 14 milyon emeklinin eline 30.000 Türk
Lirası geçecekti. Tüm emeklilerin oylarını Kemal Kılıçdaroğlu’na vermesi
gerekirdi. Çünkü 30.000 TL, 8.880 TL’den büyüktür. Öyle olmadı. Hiçbir muhafazakâr
bu vaat için oyunu Kemal Bey’e vermedi. Vaadin gerçekleşmeyeceği için değil
tamamen ideolojik nedenlerle. Çünkü öyle iddia edildiği gibi muhafazakâr
seçmenin oyu satılık değildir. Halk aptal da değil. Kimin ne olduğunu gayet iyi
bilmektedir. Yukarıda dedik ya kurt kışı geçirir ama yedeği ayazı da unutmaz.
Halkın hassasiyetlerini dikkate almamak:
Bu halk evinde ayakkabı ile gezmez. Bu halk için seccade kutsaldır. Bu halk
suyu sağ ile içer, namaz kılar ya da kılana saygı duyar, oruç tutar ya da tutana
saygı duyar, başörtüsünü politik değil dini sebeple takar, LGBT’yi sapıklık
olarak görür… Bu liste uzar gider. Ancak gün geçmiyor ki CHP zihniyetinden biri
bu hassasiyetlere aykırı davranmasın veya saldırmasın. Bedelini de sandıkta
ödüyorlar.
Sosyal ve geleneksel medyaya güvenmek:
Net olan bir nokta var ki hem muhafazakâr hem de seküler zihniyetin sosyal ve
geleneksel medyada troll ordusu var. Ancak CHP zihniyetinin özellikle sosyal
medyada daha fazla sayıda aktif taraftara sahip olduğu gerçeği görmezden gelinemez.
Ne de olsa CHP seçmeni okumuş aydın(!) kesim olunca tüm ailenin sosyal medya
hesabı oluyor. Ama köylü Mehmet Efendi’nin kendisinin, karısının, komşusunun
sosyal medyadan haberi yok. Belki evdeki küçük oğlan ya da ortanca kız sosyal
medyada bir nebze aktiftir. Ama bu aile oyunu tamamen muhafazakâr adaydan yana
kullanmaktadır. Hal böyle olunca CHP zihniyeti sosyal medyada yaptığı bir
ankette duymak istediği cevabı %70
çoğunluk oyu olarak duyunca halkta karşılığımız %70 zannediyor. Hâlbuki
ankete katılanlar da senin gibi düşünüyor ve duymak istediğini seçiyor, gerçeği
değil. Sanal dünya, sanal sonuçlar… Geleneksel medyadan sayılan gazete ya da TV
için de aynı durum geçerli. Kendi gazeteni, kendi TV’ni sadece yalan üzerine
inşa edersen, seçmenini kandırırsan kaybedilen her seçimi, seçmenin aslında
kazanacağını zanneder ve her seçim gecesinde şok geçirerek, suçluyu hep karşı
tarafta arar durur.
Anket Yanılgısı: Her siyasi parti anket
yaptırır. Bu davranış hem doğal hem de gereklidir. Ancak piyasayı domino eden
anket şirketleri genelde CHP taraftarıdır. Sonuçları da tıpkı sosyal medyada
olduğu gibi CHP’nin duymak istediği şekilde oluyor. Kısaca körler sağırlar
birbirini ağırlar misali kendi oluşturdukları dünyada seçim sonuçları belli
olana kadar mutlu mesut yaşıyorlar. Sonuçlar netleşince herkeste bir dumur olma
hali beliriyor. Bu aşamada tüm suçu anket şirketlerine de atmak doğru olmaz.
Çünkü gerçekten dürüst ve bilimsel yapılmış anket sonucu CHP zihniyetini
gösterirken, sonuçlar farklı çıkabilir. Bu durumu da CHP seçmeninin genlerinde
bulunan baskıcı ve zorbalık kaynaklı karşı tarafa tahammül edememesi yol
açmaktadır. Nasıl mı? Beş veya altı kişilik kızlı erkekli bir kafe ortamında CHP
zihniyeti taraftarları muhafazakârlara ağza alınmayacak hakaret ve
aşağılamalarda bulunur. Bu grubu uzaktan izleyen ve dinleyen biri hepsinin aynı
düşündüğünü zanneder. Ancak içlerinden bir kaçı muhafazakârdır ve yine
genlerinde bulunan korkaklık nedeniyle gerçek düşüncesini söyleyemez ve
diğerleriyle birlikte onlar da söver. Hatta bazen ölçüyü kaçırıp CHP
taraftarından bile fazla söver. Rengini belli etse grup tarafından hemen
dışlanacaktır. Sosyal ortamdan da kopmayı göze alamayınca bu şekilde ikiyüzlülüğü
tercih eder. Ama kabinin arkasına geçince tüm bu hakaret ve küfürlerin bedelini
muhafazakâr adaya oyunu vererek ödetir. Anketler için de aynı durum söz
konusudur. Korkak muhafazakâr seçmen, oyunun rengini muhtemel baskılardan ya da
ortamını kaybetmekten dolayı belli etmez. Ya muhafazakâr olmayan adayın ismini
söyler ya da kararsız olduğunu. Buradan şunu söyleyebiliriz ki kararsızlar
anketlerde eşit dağıtılıyor ama bu davranış yanlış. Karasızların %90’ı
muhafazakâr adaya oy verecektir.
Sanat dünyasına güvenmek: Sanat
dünyasının kahir ekseriyeti CHP zihniyetine sahiptir. Her seçim zamanı bu güruh
sevenlerinden oy ister. Sevenleri üzerinde oy konusunda etkileri olduğunu
zanneder. Gerçek ise muhafazakâr bir seçmen CHP zihniyetine sahip bir
sanatçıyı, aktör, aktristi beğenebilir, izleyebilir veya dinleyebilir. Ama
onlar istedi diye oyunu CHP’ye vermez. CHP zihniyeti bu gerçeği bir türlü
anlayamadı. Belki bir gün…
Suçu başkasında ve suçluyu yanlış yerde
aramak: Seçmenini en çok manipüle eden, seçmenine en çok yalan söyleyen
parti hiç kuşkusuz CHP’dir. Her seçimde oy çalındı, trafoya kedi girdi,
yurtdışı seçmeni ülkemizin kaderini belirledi, mülteciler/yabancılar
milyonlarca oy kullandı gibi söylemlerle aslında kazanacaklarını ancak güya
bu sebeplerle seçimi kaybettiklerine seçmeni inandırmaya çalışmaktadır. Elbette
bu iddialar tümüyle yanlış değil, iddiaların doğruluk payı vardır. Yani oy
çalınmış olabilir, bazı sandıkların olduğu yerde elektrik kesilmiş olabilir,
yurt dışı oyları seçim sonucu mutlaka etkiler, mülteciler/yabancılar oy
kullanmıştır. Ancak burada mesele bu iddialar hiçbir zaman sonucu etkileyecek
güçte olmamıştır. Örneğin 28 Mayıs 2023 CB seçiminde 250 bin mülteci yabancı oy
kullandı. Bu oyların tamamı KK’ye verilse, üstüne RTE’nin yurt dışından aldığı
oylarda KK’ye verilse sonuç yine değişmiyor. Fakat CHP sözcüğü (Onursal
Adıgüzel) yurt içindeki oy kullanacak mültecilerin 240 bin kişi olduğunu
açıklamasına rağmen bu sayının 2 milyon olduğu iddia edilerek kasıtlı yalan
söylenmektedir. Kısaca 28 Mayıs seçiminin kaderini mülteciler ya da yurt dışı
oyları belirlemedi. Türk halkı belirledi. Bu gerçeği ısrarla görmezden gelmek
kafayı kuma gömmekten başka bir şey değildir. Yani ortada kazanılacakken
kaybedilen bir seçim sonucu yok, daha baştan kaybedileceği belli olan bir seçim
sonucu vardır. Zaten biz de bu yazımızla neden böyle olduğunu açıklamaya
çalışıyoruz. CHP zihniyetinin yenilgilere karşı sorumluluk almayarak
muhafazakâr tarafı suçladığı en büyük iddia üzerine yazacaklarımız bu maddenin
son kısmı olacaktır. Din istismarı!
CHP zihniyetinin tamamı (genel başkanlar, milletvekilleri, parti üyeleri,
yazarlar, sanatçılar, seçmenler…) rakip partinin dini istismar ettiğini ve bu
şekilde oy aldığını iddia eder. Arkasından şu cümleyi de eklemeyi unutmazlar: “
Biz de Müslümanız, anneannem de başörtülü, babam da namaz kılar, dedem de hacı,
ben de oruç tutarım. Biz parti olarak dine karşı değiliz; sadece dinin siyasete
alet edilmesine karşıyız. Dinin istismar edilmesini istemiyoruz.” Bu söyleme sahip olan kişilere biz de şöyle
diyelim: “Sen de dini istismar et!”.
İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır. CHP zihniyeti için bu mümkün değil.
Hem teorik olarak hem de pratik olarak… Teorik olarak imkânsız; çünkü din
istismarı kuruluş felsefesine, ilkelerine terstir. Sonuçta bindiği dalı kesecek
kadar aptal değil. Pratik olarak da imkânsız; çünkü CHP zihniyetinin İslam dini
hakkında pek bilgisinin olmadığını biliyoruz. Bir kişi bilgisi olmadığı bir
konuyu istismar edemez. Mesela birisi size “Bin Bang teorisini istismar ederek,
dünyanın tesadüfen oluştuğunu izah edin” dese Bing Bang teorisi hakkında hiçbir
bilginiz yoksa söyleyecek bir şeyiniz de yok demektir. Camiye yola düşmeyen,
Ramazan ayında halkın önünde yiyip içen, Kuran’ı ortaçağ kitabı gören, abdesti,
guslü bilmeyen, elinden içkisi düşmeyen, kız arkadaşıyla nikahsız yaşayan,
hasılı dinden gayri ne varsa yapan buna karşın din ile ilgili hiçbir aktivitesi
olmayan biri dini nasıl istismar edebilir. Fakat dini istismar ile suçlanan
rakip parti ise dini bizzat yaşamaktadır. Muhafazakâr taraf da CHP
zihniyetini Atatürk istismarı yapmakla suçlamaktadır. Bu iddia da doğru
değildir. CHP zihniyeti Atatürk’ü istismar etmemekte, bizzat yaşamaktadır. CHP
zihniyeti hangi sebeple istese de dini istismar edemez ise muhafazakâr kesim de
aynı sebeplerle Atatürk’ü istismar edemez. Sözün özü CHP zihniyeti diyor ki;
Ben dini yaşamam, dinin toplumda görünür olmasını da istemem. Ey muhafazakâr
parti siz de yaşamayın. Dini yaşayarak beni zor durumda, dinsiz pozisyonda bırakmayın.
Kendisi ile çelişmek: CHP zihniyetinin
sık sık kendisi ile çeliştiğini görebiliriz. En azından halk görebilmektedir.
CHP zihniyeti belki çelişkisinin farkında bile değil ama halk bunun gayet
farkında. Bu çelişkiyi bir sürü örnek ile anlatabiliriz. Biz şimdilik
diğerlerine fikir vermesi açısından bir tanesi ile yetinelim. Biliyorsunuz
Türkiye’de idam cezası yasaktır. Ancak bazı olaylar toplumun sinir uçlarını
fazlasıyla harekete geçirmekte ve böyle anlarda idam konusu gündeme
gelmektedir. Örneğin bir cemaat yurdunda yaşanan bir taciz olayında tüm ülke
ayağa kalkmaktadır. Hele CHP zihniyeti ülkenin altına üstüne getirmektedir. Bu
aşamada iki çelişki CHP zihniyetini sarmaktadır. Öncelikle taciz olayı ortaya
çıkar çıkmaz hemen bu olay üzerinden İslam’a nefret kusma hareketi başlıyor.
Olayı bireysel değerlendirmeyip tüm muhafazakârı damgalıyorlar. Bu durumda
muhafazakârlar “Evet, bu çok kötü bir davranış ve cezası kesinlikle idam
olmalı” dediğinde ve aslında üzerine yapıştırılan “muhafazakarlar sapık”
etiketini çıkarmak istediğinde CHP zihniyeti “insan hakları” gerekçesiyle
şiddetle idama karşı çıkmaktadır. Bu birinci çelişkiyi oluşturmaktadır. Yani
hem bir kesimi suçluyorsun hem de o kesimin suçun kaynağını kurutma çözümüne
karşı çıkıyorsun. Esasen bu karşı çıkışın altında başka korkular yatmaktadır
ama konumuzdan sapmayalım. Amaç zaten taciz olayı veya çözüm değil. Ellerine
geçen İslam’a saldırma fırsatını kullanmaktır. İkinci çelişki ise cemaat,
tarikat gibi dini kurumlarda meydana gelen olaylarda önerilen çözüm yönteminin
diğer taciz olaylarında dile getirilmemesidir. Dini kurumlarda yaşanan taciz
olayı sonrası hemen tüm tarikatların kapatılması, tekke ve türbelerin
yıkılması, Kuran kurslarının kapatılması vs. şeklinde çağrılar yükselmektedir.
Ancak bir güreş antrenörünün ya da tiyatro sanatçısının yaptığı taciz olayında
tüm güreş antrenörlerinin çalışmasının yasaklanması ya da tiyatroların
kapatılması dillendirilmemektedir. Böyle durumlarda suça bireysel
bakılmaktadır. Doğrusu da budur.
Bu aşamada
açıklanan nedenlerden ötürü zor durumda olan CHP zihniyeti için bir çıkış yolu
var mı, diye soranlar olabilir. Elbette CHP zihniyeti sicilini temizleyebilir,
halkı anlayıp tanıyabilir ve iktidar sahibi olabilir. Ama bu sefer de ortada
CHP diye bir zihniyet kalır mı? Kişi için intihar etmek ne kadar kurtuluş
olursa CHP’nin sayılan sorunları çözmesi de öyle kurtuluş olur.
Artık yazının
sonuna geldik. Sıra başlığımızdaki iddiayı izah etmeye geldi. Muhalefetin
beceriksizliği, sicilinin bozukluğu ve halktan kopukluğu tüm olumsuzluklara
rağmen muhafazakâr seçmeni Ak Parti tarzı partilerin kucağına itmektedir.
Geçmişte ve halen İslam’a olan nefretler muhafazakâr seçmenleri bir arada ve
diri tutmaktadır. Ekonomik sorunlar,
haksızlık, adam kayırma, rüşvet, yolsuzluk, daha birçok olumsuz sorun listede
birinci sırada yer almıyor. Birinci sırada rejim sorunu var ve bu sorun
çözülmeden diğer sorunlara geçilemiyor. Halk, CHP iktidar olursa koruyucusu
olduğu rejim ile üstelerinden buldozer gibi geçeceğini tecrübeleriyle
bilmektedir. Muhafazakâr iktidarlar en azından rejimin baskılarını en aza
indirmektedir. Muhafazakâr seçmen için İslami yaşantısının kısıtlanması hava ve
sudan dahi önemlidir. CHP’nin de ne olduğu belli olduğuna göre bir türlü
ülkenin ikinci sorununa geçilememektedir. CHP zihniyeti için de aynı şey
geçerlidir. İktidar olamadıkları her gün Cumhuriyet kazanımlarından bir tuğla
eksildiğini düşünüyorlar. Onlar için de Cumhuriyet ve kazanımları hava ve sudan
daha önemlidir. O sebeple CHP zihniyeti de listedeki ikinci soruna geçememektedir.
Bu açıdan iki zihniyetin seçmeni de özgürce oy kullanamamaktadır. Bir kesim
dine hoşgörü ile yaklaşana diğer kesim ise Atatürk ilke ve inkılaplarını
yaşayan partiye oy vermektedir. Sayısı fazla olan kazanıyor. Bu demek değildir
ki her iki kesim de partilerinden memnun ve gönül rahatlığıyla oy veriyor.
Özellikle Ak parti iktidarlarında gerek bakanlar, gerek milletvekilleri gerekse
RTE ciddi hatalar yapmıştır. Almanya’da Cumhurbaşkanı davetli olarak geldiği
bir maçı bilet almadan izlediği için linç edildi ve istifa etmek zorunda kaldı.
Herhangi bir vatandaşın ihmal sonucu ölümü sonrası ilgili bakanının istifa
etmediği Avrupa ülkesi yok gibi. Ama ülkemizde Soma’da yüzlerce insan öldü.
Tren kazalarıyla onlarca insan öldü. Deprem nedeniyle binlerce insan öldü. Her
biri bırakın bakanı hükümetin istifa etmesi için çok fazlasıyla yeterliydi.
Hatta bırakın bu olayları, olaylar sonrası yapılan basın açıklamaları dahi
istifa sebebiydi. Soma olayı anlatılırken halk aptalmış gibi 1800’lü yıllarda,
1920’li yıllarda yaşanan maden facialarındaki ölüm sayıları verildi. O zamanki
teknolojiler ile şimdiki teknoloji bir mi? Biz 1930’lu yıllarda mı yaşıyoruz?
Deprem için kader denildi. İmar affı ile çürük binalara ruhsat veren kimdi?
Yıllardır muhafazakâr zihniyet iktidardadır. Neden kapsamlı bir deprem
politikası oluşturularak kentsel dönüşüm sağlanmadı? Tren kazalarında sadece
makinist mi suçlu? İkinci adamın 150 kiloluk şişman oğlu ne hakla valinin,
komutanın karşısında terbiyesizce oturuyor. Bu üç kişilik şişman pandemi de
uyuşturucu ticareti yapmadı mı? Kumar masalarında para ezmedi mi? Bunların
hangisi Müslümanlığa sığar. Papaz yüzünden dolar iki katını geçti. Üstelik
papazı da verdik. “Bu fani bu görevde olduğu sürece bu ajan teslim edilmez”
deyip bir hafta sonra o ajan teslim edilmedi mi? Kısaca genelde muhafazakâr
partiler özelde ise Ak Parti için sayfalarca olumsuz eleştiri yapabiliriz.
Ancak son tahlilde tüm eleştiriler ya da sorunlar en iyi ikinci sırada yer
bulmaktadır. Birinci sırada rejim sorunu var ve o sorun çözülmeden ikinci
soruna sıra gelmiyor. CHP zihniyeti ise bırakın birinci sorunu çözmeyi sorunun
bizatihi kaynağı durumundadır. Böyle olunca tüm rezilliklere rağmen seçmenin
yarısından çoğu maalesef İslami kaygılar ve CHP zihniyetinin tavrı nedeniyle oyunu
muhafazakâr partilere vermektedir. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşi ülkemizde
farklı listelenmektedir. Bu kısır döngü aşılmadığı sürece her iki zihniyetin
seçmeni de yöneticilerine hesap soramayacaktır. Her iki taraf için de davası
hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple ülkemizde seçimlere katılım yoğun
olmaktadır. Yine aynı sebeple halkın tamamına yakını siyasetle yakından
ilgilidir. Halbuki Avrupa’da taban ile tavan arasında bir çatışma yoktur. Rejim
sorunu çözülmüştür. Halkın tamamına yakını seküler hayat tarzını benimsemiştir.
Böyle olunca öncelikle özgürce seçim yapabiliyorlar. Dahası kim gelirse gelsin
sistem zaten belli. Yapılacaklar belli. Seçim hayati bir öneme sahip değil. O
yüzden katılım %50’yi bulmuyor bazen.
Yani kim kazanırsa kazansın kaybedecekleri çok fazla şey yok. Bir dahaki sefere
seçmezler olur biter. Biz de seçim demek adeta ölüm kalım savaşı demek. Rejimin
savunucuları ve rejime karşı gelenler… Tarafını seçmeyen ölür sanki. Yoksa biz
de biliyoruz deprem öldürmez; bina öldürür, hırsız müteahhit öldürür, onu
denetlemeyen iktidar öldürür, insan kaderini kendi çizer…
Yorumlar
Yorum Gönder